YAZILARIM

Diğer Yazılarım

SEÇİM ANALİZİ-1

6.11.2015

Bu Yazıyı
Sosyal Medya'da Paylaş!

  



Sevgili Dostlar,

Partimizin seçimlerde almış olduğu sonuçlardan bağımsız olarak öncelikle; kampanya dönemi boyunca dürüstlükle ve gönüllü olarak sahada yer alan, emek harcayan, fedakârlık yapan ve sorumluluk alan tüm arkadaşlarımıza Ankara 2.Bölge Son Sıra (14) milletvekili adayınız olarak sonsuz teşekkür ediyorum. Sizlerle birlikte demokrat ve aydın bir Türkiye özlemi için verdiğimiz zorlu mücadelede, ter akıtmak ve uykusuz kalmak harika bir duyguydu. Kampanya döneminde gözlemlediğimiz olumlu ve olumsuz hususları da içerecek seçim sonucu analizimizi birkaç gün içerisinde sizlerle buluşturacağımızı sosyal medyadan duyurmuştuk.

Bu yazımızı ekonomik ve sosyal gerçeklikler üzerine yazmayı çok istememize rağmen, seçim sonuçlarından hareketle medyada CHP’ye yapılan acımasız eleştirileri de dikkate alarak yazmak durumunda kaldığımızı belirtmek isterim.

CHP’ye karşı yapılan acımasız eleştirilere yönelik düşüncelerimizi yazımızın sonuna doğru aktaracağız. Bunun başlıca sebebi, çok yoğun bir kampanya döneminden çıkmış, kampanya süresi boyunca tam 427.500 adım atmış (adım ölçer sonucu), gücü yettiğince her kesime ulaşmaya çalışmış, CHP’ye mesafeli duran kesimlere ise özel zaman ayırmış ve Atadan CHP’li bir aday kardeşiniz olarak her kesim seçmenden edindiğimiz izlenimleri paylaşma gereğidir.

Öncelikle, 1 Kasım seçimine hangi atmosferde girdiğimiz konusunda kendimce çok önemli gördüğüm bir hususun altını çizmek istiyorum. Kanaatimce, AKP’yi iktidar yapan ve iktidarda tutan en önemli konu; geniş halk kitlelerini yakından ilgilendiren sosyal yardımlardır. Bu gerçeklikten hareketle; CHP, 7 Haziran ve 1 Kasım seçim bildirgelerinin omurgasını sosyal yardımlar ve ekonomi üzerine oturtmuştur. Buradaki amaç, sosyal yardımları oy devşiriciliginin bir aracı olmaktan çıkarıp, sosyal hukuk devletinin gereği bir Hak olarak halkımızla buluşturmaktır. İktidar sahiplerinin evini, arabasını vb. satarak bu sosyal yardımları yapmadığını ve gelir dağılımdaki adaletsizliğin ne boyutlara ulaştığını halkımıza anlatmak da biz adaylara ve tüm örgütlerimize düşüyordu. Nitekim halkımız, 7 Haziran seçimlerinde 13 yıllık AKP iktidarına son vermiş ancak hepinizin bildiği sebeplerle seçimlerin 1 Kasımda tekrarlanması ile karşı karşıya kalmıştık. Seçim kampanyası sürecinde, hemen hemen her kesimle sıcak ve samimi iletişim kurabilmiş bir aday olarak, halkın kötü ekonomik gidişatın sorumlusu olarak iktidar partisini gördüğünü ve partimizin sosyal ve ekonomik taahhütlerine karşı müthiş ilgilerinin olduğunu gözlemlemiştim. En büyük algı yönetiminin ise “CHP iktidara gelir ise sosyal yardımlar kesilecek” şeklinde yapıldığını birçok vatandaşımızdan işittim. Buna rağmen saatler süren ev toplantılarımızda, hayatı boyunca CHP’ye oy vermediğini beyan eden birçok kişiyi, bırakın oy sözü almayı bizzat partiye üye yapıp rozetlerini de bizzat takma imkânı buldum. Ancak, iktidara yürüyoruz heyecanı duymama neden olan bu olumlu hava, kara bir leke olarak tarihe geçen “Ankara Katliamı” ile tırpanlanmış, önü kesilmiş ve böylece halkımızın önceliği maalesef terör ve güvenlik kaygısı oluvermiştir. Bu durumu göz ardı etmek eşyanın tabiatına aykırıdır.

Seçimlerin adil rekabet şartlarında yapıldığını söylemek herhalde bu seçimler için fazlaca iddialı bir cümle olacaktır. Seçimlere hangi imkânsızlıklarla girdiğimizi herkesin bir kez daha düşünmesini istiyorum.

Seçim sonuçları hakkında rakamsal verilerle sizleri bunaltmak yerine kısa bir değerlendirme ile konu hakkındaki görüşümüzü paylaşalım. Partiler arası oy geçişkenlikleri de incelendiğinde kanaatimizce halkımız sandıkta AKP-MHP ve kısmen de HDP koalisyonunu kurmuştur. Takdir edersiniz ki, koalisyon kurma sürecinde özellikle MHP’nin takınmış olduğu tavır nedeniyle bu sonucun alındığını söylemek hatalı olmaz. Şahsım adına AKP’nin MHP nezdinde yapmış olduğu Tuğrul Türkeş operasyonu ve akabinde geri planda yapılan çalışmaların bu sonucun alınmasında önemli olduğunu düşünüyorum. 

CHP’nin aldığı sonuçlara gelince; tüm imkansızlıklara, türlü engellemelere, algı yönetimlerine, medya gücüne, terör ve güvenlik kaygılarıyla oluşmuş müthiş kaos ortamına rağmen yakalanan %25,3 oy oranının başarı sayılamasa bile başarısızlık da olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin sosyolojik yapısı, tarihsel kodları, doğu toplumlarının yadsınamaz bazı özellikleri ve bölgemizde ısrarla arzulanan “Ilımlı İslam” modelinin uluslararası büyük destekçileri göz ardı edilerek, %25,3 oy oranı üzerinden yürütülen acımasız eleştirileri haksız ve yersiz gördüğümü belirtmek istiyorum.

Seçimlerde MHP oylarının AKP’ye kayışı, halkımızın AKP-MHP koalisyonunu “sandıkta” kurduğunu göstermektedir.  Aynı şekilde halkımız, CHP’yi de cezalandırmamış ve duruşunu bozma, seni izliyorum mesajı vermiştir. Unutulmasın ki artık AKP’nin işi eskisinden daha zordur. Çünkü artık bünyesinde önemlice bir emanet oy vardır ve bu emanet oylar geldiğinden daha fazla sayıda olmak üzere diğer partilere dönebilecektir.

CHP’nin 1977 genel seçimlerinde rahmetli Genel Başkan Bülent Ecevit liderliğinde yakalamış olduğu %41,38 oy oranı hatırlatılarak yapılan mukayeseleri ise gerçekçi bulmuyorum. Her seçim kendi zamanı içinde özel şartlar içerir. Bugünün şartları, ülkemizin demografik yapısı ile dağılımı, açık ekonomik düzen, kapitalizmin şiddetli ekonomik ve sosyolojik etkileri, stratejik önemdeki değişimler ve uluslararası dengeler birlikte değerlendirildiğinde 1977’den bu yana çok şeyin değiştiği görülebilecektir.  Hedef bu oranlar olabilir ancak, neden bu oran yakalanamadı, neden hep başarısızız türünden eleştiriler yapılırken yapıcı olmaya özen göstermek gerektiğini düşünüyorum. Şimdi izin verirseniz, bu tarihi oy zirvemize neden gidemediğimize dair kanaatimi de içerebilmesi açısından birkaç konuya değinmek istiyorum.

CHP’nin kuruluş tarihi Cumhuriyetin kuruluşundan öncedir ve bunun çok özel bir anlamı vardır. CHP’nin asli görevlerinden birisi bu tarihsel öncelikte gizlidir. CHP’nin öncelikli görevi Cumhuriyeti korumak ve kollamaktır. Cumhuriyetin olmazsa olmazı da demokrasidir. Bu nedenledir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün denemelerinden sonra İsmet İnönü zamanında çok partili döneme geçilmiştir. CHP elindeki tek başına iktidarı, demokrasi uğruna çok partili döneme geçişi sağlamak adına halka sunmuştur. Unutmamalıdır ki, işgal edilmiş bir imparatorluktan Kurtuluş Savaşı ile filizlenen Cumhuriyet ve onun Atatürk tarafından çağdaş batı değerleriyle bezenen yapısı sayesinde bugün AKP ülkeyi yönetebilir hale gelmiştir.  Ancak, CHP’nin hiçbir dönemde iktidar olmak hırsıyla her yolu mübah gören bir anlayışı asla olmamıştır ve olamaz da. Amacı; Anayasamızın 2. maddesinde yer alan “demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin” varlığını sağlamaktır.

Varlık sebebi bu kadar açık ve net olan, ancak 1950’den beri tek başına iktidar olamamış bir partinin, sadece Kasım 2015 seçimlerinden aldığı oy oranından hareketle bu kadar ağır eleştirilere kamuoyu önünde maruz bırakılmasını kabul etmekte zorlanıyorum.

Bu bir aydınlanma mücadelesi olup, yol uzun ve meşakkatlidir. Buyurunuz, önümüzde ikna etmemiz gereken %75’lik bir potansiyel vardır. Yolun meşakkatli ve uzun olması da bundandır. Ancak gözlemlediğim ve sevindiğim bir husus var ki artık bu %25’lik kesim daha tutkun ve iktidar için daha azimlidir. Buna şahsi inancım tamdır.

Seçim kampanyası dönemindeki yoğun çalışmalarımız sırasında; özellikle CHP’li veya öyle görünen ve emek harcamaktan, fedakârlık yapmaktan ve sorumluluk almaktan daha çok, CHP’nin veya yönetiminin ne yapması gerektiğine dair eleştiri yapan arkadaşlarıma onları kırmadan hep şu soruyu sordum. Peki, siz şahıs olarak üstünüze düşeni yaptınız mı? Yapıyor musunuz? Sanırım CHP, kişilerin üstüne düşene dair yapmaları gerekeni yapmadan en özgürce ve acımasızca eleştiri yapılabildikleri ender partilerden birisi konumundadır.

İzninizle kampanya sürecinde kendi yaptıklarımdan bahsetme basitliğine girmeden bazı sorular sormak istiyorum. Ey ünlü köşe yazarları, ey büyük akademisyenler, ey medya yüzleri, lütfen bu soruları kendi kendinize sorunuz ve cevaplayınız. Eğer içinizden hiç kimse benim zerre suçum yok derse sorularım için şimdiden özür diliyorum. Affediniz.

Gençlik kolları gece çalışması yapmak için arabalarına koyacakları yarım depo benzinin parasını verecek gönüllü ararken, kaçınız bu gençlere yardım edebildiniz? Kaçınız partiden bir unvan veya makam beklemeden, sahada sabahlara kadar gönüllü olarak çalışıp hastanelere düşer hale geldi? Kaçınız evinde dörde böldüğü ekmeğin arasına peynir zeytin koyup saha çalışmasında çırpınan arkadaşlara getirebildi? Kaçınız görevlendirilmediğiniz halde sandıklarda gönüllü müşahit oldunuz? Kaçınız oyunuzu kullanmaya gitmediniz? Kaçınız oyunuzu kullanıp sıcak evinize TV başına koştunuz ve oyunuzun peşine düşmediniz? Kaçınız ayda elli veya yüz lirayı burs olarak ayırıp da bir fakir öğrenci okutmaya başladınız? Kaçınız evinizde başka kesimlerden insanları bir araya getirip de ev toplantıları sunabildiniz? Soruları nihai bir soruyla burada kesiyorum; “şahıs olarak üzerimize düşeni yaptık mı?”

Bu sorulara herkesten olumlu cevap gelemeyeceğini maalesef seçim sürecinde gözlemledim. Bu şekilde mi aydınlanacağız? Bizi bir lider mi tek başına kurtaracak? Ne yazık ki üzülerek söylüyorum yukarıdaki soruların yarısına bile evet diyemeyenler başta olmak üzere birçok kesimden Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik medyada ve özellikle de sosyal medyada çok ağır ithamlar yapıldığını görüyorum. Yukarıda anlattıklarımdan sorunumuzun lider sorunu olmadığını anlayabildiğinizi umuyorum. 13 yıllık AKP iktidarının Başbakanı olarak 7 Haziran seçimlerine giren ve partisinin tek başına iktidarını kaybetmesine sebep olan Ahmet Davutoğlu’na ve Cumhurbaşkanı’na kendi partisinden gür ve organize bir eleştiri duydunuz mu? Ya hakaret? Lider kellesi isteyen kaç haber okudunuz? Hatırlamakta yarar var diye açıklamak istiyorum, 1994 yerel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan elde ettiği %25,19’luk oy oranıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Tüm Türkiye işte lider diye bağrına mı basmıştı kendisini? 2002 seçimlerinde ise Abdullah Gül başkanlığındaki AKP, %34,28 oranında oy alarak tek başına iktidar oldu. Aynı seçimde sayın eski genel başkan Deniz Baykal ile girdiğimiz seçimde CHP’nin aldığı oy oranı %19,39 idi. 1999 yılı genel seçimlerinde %8,71 oy oranı ile baraj altında kaldığımızı da unutmayalım.

CHP, demokrasiye inanmış bir parti olarak tabi ki eleştirilere açık bir parti olmak durumundadır. Ancak eleştiriler hakaret düzeyine ulaşıyorsa ve hele ki bu hakaretler CHP Genel Başkanı’na yapılır hale geliyor ise, bu eleştirileri yapanları önce saygı sınırlarını aşmamaya, sonra da yukarıdaki soruları cevaplamaya davet ederim. Ardından iktidar partisine yönelik olarak yukarıda açıkladığım bilgileri hatırlamanızı ve hep akılda tutmanızı öneririm. Bizlerin birer okuyucu ve destekçi olarak var ettiği Yılmaz Özdil türü köşe yazarlarının “defolup gideceksin” düzeyindeki hakaretleri kurumsal kimliğimize çok büyük zarar vermektedir. Bu durumda ilgili yazarın samimiyetini sorgulamak durumunda kalırım.

Yıllardır özellikle CHP’ye mesafeli duran kesimlere hep şu soruyu sormuşumdur. “Ne yaparsa CHP’ye oy verirsiniz?” Büyük çoğunluğundan aldığım cevap; “Sözcü gazetesinde ve Halk TV’de Yılmaz Özdil türü yazar ve konuşmacıların çok sert ve hakaret düzeyinde olan hepimizi yok sayan ve aşağılayan söylemleri bizi daha tutkun hale getirdi. CHP’nin yaptığı iyi şeyleri görmemizi ve kabullenmemizi engelledi.” Aranızda sosyologlar ve psikologlar vardır muhakkak, bu tespitimi sadece CHP’ye verdikleri zararı yorumlayabilmeniz için takdirlerinize sunuyorum.

Sivil toplum kuruşlularının en üst mertebesi olan siyasi partilerde lider yaratmak ve yaratılan bu liderin halk nezdinde iktidara taşıyacak düzeyde kabulü maalesef uzun zaman almaktadır. Dürüst, çalışkan ve erdemli olduğunun CHP’ye oy vermeyen kesimlerce de kabul edildiğini halkla temaslarımızda net olarak gördüğüm, Genel Başkanımızın dört dörtlük olduğunu iddia etmiyorum. Kendisinin de iddia ettiğini hiç duymadım. Ama CHP’de bir değişimin öncüsü veya en azından tetikleyicisi olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Yeter mi? Yetmez ancak toplum önünde, özellikle de medyada ve hakaretler savurarak, birbirimizi yok sayarak hangi amacı gerçekleştirebiliriz?

Söylenecek çok şey olduğunu hepimiz biliyoruz, söylememek değil, saygı ve sevgiyi kaybetmeden demokratik haklarımızı kullanarak tartışma kültürünü geliştiremeyecek miyiz? Bu hoyratça yılgınlık, bağırış ve çağırışla mı Türkiye’ye sesleneceğiz; “sizi yönetmeye talibiz” diye? Kim olursa olsun, bu şekilde gelecek yeni bir lider mi kurtaracak CHP’yi ve geleceğimizi?

Yukarıda açıkladığım nedenlerle; sorun bir liderlik sorunundan ziyade, hepimiz açısından cevaplanması gereken bir samimiyet sorunudur. Saha gözlemim olarak paylaşmak isterim ki, CHP’ye mesafeli duran kesimlere yeterince dokunmakta sorunlarımız bulunmaktadır. Halka dokunmanın TV’ye beyanat vermek, özünde CHP seçmenine oynayıp bir iki farklı kesimin bulunduğu fotoğraf karesine girmek olmadığını kavramamız gerekiyor. “Ava Giderken Tazı Beslenmez”. Bu atasözünü; “seçimlerin seçim kampanyasıyla değil, uzun soluklu, planlı ve özverili çalışmayla kazanılabileceği” şeklinde yorumlayabiliriz. İl ve ilçe örgütlerimizle, belediyelerimizle, her kademe yöneticimizle, buraları makam değil hizmet yeri görerek, kendisini CHP’li hisseden her bir gönüllümüzü mücadeleye ortak ederek halka inmeli, her kesimle sıcak ve samimi ilişkiler geliştirmeliyiz. Israrla altını çiziyorum;  “halka samimi olduğumuzu ispat külfeti bizlere düşmektedir.” Hepimiz biliriz ama söyleyemeyiz ki, AKP iktidarı bir gecelik olgu değildir, yılların uzun ve planlı çalışması ile kapı-kapı halka giderek elde edilmiş bir üründür. Bu ürünün tek başına lider başarısı olmadığı konusunda hemfikir olduğumuza inanıyorum.

Dolayısıyla, başarıya ulaşabilmek için, bunca yıldır harcanan emeğin zayi olmaması için, bir önceki paragrafta değindiklerimizi yapabilmemiz için, önce kendimiz samimi olacağız, birbirimizi seveceğiz, medeni şekilde hakarete vardırmadan tartışacağız, eksiklikleri gidereceğiz, yeni küskünlerin oluşmasını engelleyeceğiz ve birleşe birleşe kazanacağız.

Herkesin bilmesini isterim ki, bu yazının kaleme alındığı şu saatlerde Amerika’da tarım dışı istihdam verisi beklentileri aşmış ve böylece Amerikan Merkez Bankası FED’in Aralık ayında faizleri yükselteceği neredeyse kesinleşmiştir. Amerika’da eğitim almış bir ekonomist olarak diyebilirim ki; maalesef Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bundan böyle, har vurup harman savurma zamanı geride kalmıştır. Üretime dayalı ekonomik modeli olmayan bizim gibi ülkeleri çok zor bir dönem beklemektedir. AKP iktidarının işi sanıldığından daha zordur. Ne yazık ki olan yine halkımıza olacaktır.

Bu nedenle; %25,03’lük kesimin daha tutkun ve daha azimli olması gerekmektedir. Şahsım adına halkla bütünleşebileceğimize, CHP’ye mesafeli olan kesimleri partimize katabileceğimize ve 4 yıl sonra tek başına iktidarı yakalayacağımıza olan inancım ve azmim öyle yüksektir ki, hiçbir negatif sesin bunu engelleyebileceğini düşünmüyorum. Azim ve inancımın bu kadar yüksek olmasının sebebi; alan çalışmalarında yakaladığımız dostluk, kardeşlik temelli gönül birlikteliğidir. İnsan kaynağımız, özellikle de gençlerimiz ve kadınlarımız buna hazır ve heyecanlıdır. Lütfen bu azmi ve heyecanı kırmayınız. Bu vesileyle yazımızı bizlerin var ettiği “Sözcü” gazetesinde yer alan bir makalenin son bölümüne atıfla bitirmek istiyorum.

Sayın Soner Yalçın; “Kemal Abi” makalenizde yer alan Che Guavera’nın “iktidarın olgun bir meyve gibi ellerine düşmesini bekleyenlerin bekleyişi hep sürecektir” cümlesine atıfla genel başkanı istifaya davet yerine, on tane fakir aile çocuğuna burs vermek için yollara düştüğünüzde, birleşme ve kenetlenme gerçekleşecek ve Halkın iktidarı kurulacaktır. Sizi ve Yılmaz Özdil gibi yazarlarımızı sahaya inip ter akıtmaya, emek ve para harcamaya ve böylece samimiyetinizi göstermeye davet ediyorum.

Hem siyasi partiler ve hem de insanlar için “Fırsatlar Hiç Bitmez. Önemli Olan, O Fırsat Geldiğinde Siz Ne Durumdasınız”  ilkesi bugüne kadar hayat felsefem olmuştur. Sizleri de bu felsefe etrafında toplanmaya davet ediyorum.

Unutmayalım ki; “Bölüşürsek Tok Oluruz, Bölünürsek Yok Oluruz.”

Kalın sağlıcakla

Saygılarımla

Erol BEKTAŞ

 




Diğer Yazılarım