YAZILARIM

Diğer Yazılarım

DOLSA NE OLUR DOLMASA NE OLUR’DAN YASTIK ALTINA

16.12.2016

Bu Yazıyı
Sosyal Medya'da Paylaş!

  



Dolar kurundaki yükselme karşısında,Başbakan’dan gelen “dolsa ne olur dolmasa ne olur?”açıklaması, ekonomi literatürüne giremeyecek olsa da şimdiden mizah sahnesinde yerini almıştır. Açıklamadan bir hafta sonra,Cumhurbaşkanı tarafından vatandaşlara“yastık altındaki dolarları bozdurma”çağrısı yapılması ise para politikasında ve ekonomi yönetiminde geldiğimiz noktayı gözler önüne sermiştir.Bu çağrılarla, dış mihrakların Türkiye’ye karşı olduğu ve 15-Temmuz hain darbe girişimi benzeri bir ekonomik saldırıya maruz kaldığımızın altı çizilmiştir.Dış mihrakların (hırsızın) suçlu olduğundan kimsenin şüphesi olmamakla birlikte, acaba kapıyı pencereyi açık bırakan ev sahibinin hiç suçu yok mu?Gelin, ev sahibinin durumunu kısaca irdeleyerek, günlerdir tarafımıza iletilen “ne olacak bu doların hali?”sorusuna da bir cevap arayalım.Biliyoruz ki ekonomi, rakamlar olmadan izahı zor olan, rakamlara boğulduğunda ise halka ulaşma sorunu yaşayan, siyasetin en önemli önemli varlık sebebidir. Örneğimizde ev sahibi konumundaki AKP’nin, 14 yıllık iktidarı dönemindeki ekonomik gelişmelere bakarak geldiğimiz durumu özetlemeye çalışalım.

Mayıs 2013'te 1,75 TL olan dolar kuru, 3,64 TL ile tarihi zirveyi yakalamış ve TL son 3,5 yılda dolara karşı %108 değer kaybetmiştir.Toplam 483 milyar $ cari açık verilmiştir. Brüt dış borç stoku 421,4 milyar $’a ulaşmış ve böylece kişi başına 1.963 $ olan dış borç stoku 5.346 $’a yükselmiştir. Vatandaşın bireysel kredi borcu 6,4 milyar TL’den 60 kat artarak 384 milyar TL’ye ulaşmıştır. Baş belası işsizlik oranı %8’den %11,3’e, genç nüfus işsizliği ise %19,9’a yükselmiştir.Benzinin litresi, 1,23 TL’den %272 artışla 5,12 TL’ye gelmiştir. Ekonomi, 27 çeyrek sonra ilk kez 2016’nın üçüncü çeyreğinde bırakın büyümeyi %1,8 oranında küçülmüştür. “Net uluslararası yatırım pozisyon açığımız” 390 milyar $ olup, özel sektörün vadesi bir yıla kadar olan finansman ihtiyacı 200 milyar $ civarındadır.Kişi başına milli gelir 10 bin $ civarına sıkışmış ve son olarak 9.321 $’a kadar düşmüştür. Servet dağılımı bozukluğunda dünya 2’nciliği yakalanmıştır. Gelir dağılımı adaletsizliği zirve yapmış, en fakir %10'luk kesim ile en zengin %10'luk kesim arasındaki gelir uçurumu 15 kata çıkmıştır. İşgücü verimliliğinde, 130 OECD ülkesi arasında en verimsiz 10’uncu ülke Türkiye olmuştur.Türkiye,OECD’nin uluslararası eğitim başarı değerlendirme testi PISA’da son sıralara oturmuştur. Vergide adaleti bozan, toplumsal refahı azaltan, dolaylı vergilerin payı AB ortalamasının 2 katına çıkarak %70’e dayanmıştır.Bankacılık sektörü, tam 9 kat büyümüş ve can çekişen ekonominin inadına, Ekim 2016’da yıllık karını %51 oranında artırmıştır.Yine bu dönemde faize ödenen tutar, %380 artarak 649 milyar TL’ye ulaşmıştır. Bugün itibariyle yabancıların payı; bankacılık sektöründe %42’ye, sigortacılık sektöründe %71’e ve borsamızda ise %63,8’e ulaşmıştır.

Ancak bu kadar kısaltabildiğimiz ekonomik veriler; hırsızın yanında, ev sahibinin de sorumluluğunun büyük olduğunu göstermektedir. Verilerin gösterdiği daha önemli şey ise; ülkece düzenli şekilde sömürüldüğümüz, fakirleştiğimiz, yabancı sermaye karşısında esir konuma geldiğimizdir. Bu düzeneğin, nasıl işlediğini bugüne de ışık tutacak şekilde açıklamaya çalışalım. Baştan söyleyelim; vahşi kapitalizm büyük kazançlarla ülkeyi soyarken, yüksek faizlerle rahatça borçlanabilen hükümetler, halka pembe tablo sunabilmişlerdir. Halk ise survivor, muhteşem yüzyıl vb dizilerin eşliğinde, peçelenen ağır yükü torunlarına aktarmak üzere sanal mutluluktan payını almıştır.

Hatırlanacağı üzere, 2008 yılında mortgage patlağıyla başlayan finans krizinden çıkış yöntemi olarak parasal genişleme (QE-Quantitive Easy) kararı alan ABD/AB, adeta helikopterden saçarcasına dünyaya trilyonlarca dolar enjekte etmiştir. Dünyaya saçılan dolarların önemlice bir kısmı, Türkiye gibi yüksek faiz ödeyen ülkelere akmıştır. Özellikle 2009-2014 döneminde, AKP hükümetleri de yüksek faiz-düşük kur politikasıyla bahsedilen sıcak paradan nasibini yeterince almıştır. Sıcak paranın, Türkiye gibi ülkelerde yüksek kazançlar elde etmesinde baş aktörlerden birisi de derecelendirme kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar, uluslararası sermayenin bir ülkeye girişinde ve çıkışında sistem tetikleyicisi olarak öncül rol oynarlar. Nitekim derecelendirme kuruluşları, 18 yıl aradan sonra 5 Kasım 2012’de “yatırım yapılabilir ülke” notuna kavuştuğumuzu ilan ettiklerinde gazete manşetleri, 10 yılda 150 milyar $ yabancı sermaye geleceğini adeta şölen havasında ilan etmişlerdir. Paranın sıcak, oyunun büyük olduğunu unutan hükümetlerimiz, üşüşen sıcak dolarları; ağırlıklı olarak insana-eğitime-teknolojiye-innovasyona-üretime yönlendirmek yerine, kentsel ranta dayalı model eşliğinde betona yatırıma yönlendirmiştir. “Rantiyeciliği” özendiren model sonucunda, kira geliri elde eden mükellef sayısı da %327 artmıştır. Durumumuzu karşılaştırmak açısından sadece iki örnek vermek yeterli olacaktır; Singapur’un kişi başına teknoloji ihracatı 25.000 $ iken,Türkiye için bu rakam sadece 22 $’dır. İleri teknoloji şirketlerinin işlem gördüğü ABD-Nasdaq Endeksi’nde Yunanistan’dan 20, İsrail’den 70 şirketin hisseleri işlem görürken, Türkiye’den işlem gören şirket sayısı maalesef sıfırdır !

Nihayetinde 2013 sonunda ABD merkez bankasının (FED) parasal genişlemeyi bırakacağını ve faizleri yükselteceğini açıklamasıyla, sıcak para sarhoşluğundaki ülkeler için tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Bunun anlamı gayet açıktır; “sahibi, dünyaya saçtığı dolarları geri çağırmaktadır!” Bu çağrıyla birlikte, sadece 2015 yılında Türkiye’den çıkan sıcak para tutarı 40 milyar $’a, TL’deki değer kaybı ise %25’e ulaşmıştır. 2015 sonu itibariyle sıcak para tutarı 90,9 milyar $’a düşmüştür.Düğmeye bugünlerde değil 2015’te basılmış olması nedeniyle, başkanlık sistemi ihtiyacı ve dolar bozdurma çağrılarının altında bu ekonomik sürecin de payı olduğunu söyleyenlerin sayısı çoğalmıştır.

Büyük oyunun öncül görevlisi derecelendirme kuruluşları, Türkiye için bu sefer olumsuz olarak sahneye çıkmış ve S&P’nin ardından, 23 Eylül 2016’da Moody’s de kredi notumuz düşürmüştür. Türkiye, bu not indirimiyle “yatırım yapılabilir ülke” niteliğini kaybederek, 22 yıl öncesine dönmüş ve sıcak paraya dayalı yalancı bahar da sona gelinmiştir. Bunun üzerine İktidar bu kuruluşları "ceplerine üç-beş kuruş konularak not alınabilecek taraflı kuruluşlar" olarak ilan etmiştir. Ancak, ne hikmettir ki; Hazine,TOKİ,kamu bankaları,büyükşehir belediyeleri gibi kuruluşların, derecelendirme kuruluşlarına üyeliğinin sonlandırıldığına ve artık aidat ödenmeyeceğine dair bir açıklama halen kamuoyuna yansımamıştır. Not indiriminden sonra, yabancı sermayenin Türkiye’den çıkışmaya başlamasıyla, dolar kurundaki artış hız kazanmıştır. “11 Mart-30 Kasım 2016” arası 9 aylık dönemde “yabancıların hisse senedi stoku” 10,8 milyar $ azalarak 33,9 milyar $’a, “devlet iç borçlanma senetleri stoku” da 6,1 milyar $ azalarak 27,4 milyar $’a düşmüştür.

Türkiye’de bunlar olurken, FED 14 Aralık 2016’da faizleri 0,25 baz puan artırmış ve 2017’de üç tane daha faiz artışı yapılacağını öngörmüştür.Bu kararla,Temmuz’da %1,36 olan ABD 10 yıllık tahvil faizleri, %2,4’e yükselmiştir. Bu faiz oranın, yabancı fonlar açısından bir sonraki oyuna kadar, güvenli liman olarak ABD’ye dönüş için iştah kabarttığı aşikardır. Dolayısıyla, yabancı çıkışının sürmesi beklenen bir durumdur.    

Yapısal reformları bir gece de yapamayacağımıza göre, para politikası araçlarıyla doların yükselişine karşı koyabilir miyiz? Nedir o araçlar? Birisi şok faiz artışı, diğeri doğrudan dolar satışıdır. TCMB’nin Ekim 2016 itibariyle “Net Döviz Rezervi” 35 milyar $ olup, bunun 14 milyar $’ı altın rezervinden oluşmaktadır. TCMB, 2015 yılında 22,6 milyar $ ile tarihinin en büyük satışını yaptığında, yabancılar 10 milyar $ alıp gitmiş, yerliler de mevduatını 13 milyar dolar artırmıştı. Bu kötü tecrübeden sonra, TCMB bugün elinde kalan çok az mermi ile doğrudan satışı göze alamaz durumdadır. Bu nedenle, "dolar sat" çağrısının, TCBM yerine vatandaşa yapılması manidardır! Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı’nın faize dair söylemleri karşısında, TCMB’nin şok faiz artışına gitmesi de zor görünmektedir. Nitekim TCMB, 0,25’lik sembolik bir faiz artışıyla yetinmiştir. Ayrıca, TL’nin dolara karşı en çok değer kaybeden ikinci ülke para birimi olduğunu ve haftalık “opsiyon” oynaklığının, hükümet değişikliği ile 15 Temmuz hain darbe girişimindeki oynaklık seviyesini geçtiğini, özel sektörün 200 milyar $ olan kısa vadeli döviz açığı nedeniyle, geri çekilmeleri alım fırsatı olarak değerlendirdiğini de hatırlatalım.

Durum böyleyken; Başbakanın “dolsa ne olur dolmasa ne olur” söylemiyle dolar, dolup taşmıştır. Ardından Cumhurbaşkanının “yastık altı dolarlarınızı bozun” çağrısı üzerine halkımız; “merkez bankamızın neden dolar satmadığını? sattıkları dövizi kimin aldığını?” sorgulamadan, çağrıya renkli görüntülerle katılmıştır. Maalesef veriler, yastık altı satışın sonuca esaslı etkisinin sınırlı olacağını göstermektedir. Milletimiz ülkesi için gerektiğinde her türlü fedakârlığı yapacak kadar asildir. Fakat, ekonomimizin kara gün hesabıyla yastık altına saklanan küçük birikimlere dahi ihtiyaç duyar hale gelmiş olması son derece üzücüdür. Ayrıca, bu süreçte Borsa, TMSF, Diyanet, Savunma Müsteşarlığı vb. devlet kurumlarının dolar bozdurma yarışına girdiği de görülmüştür. Devlet kurumlarının, dolar yerine lira ile işlem yapmaya yönelmeleri geç kalınmış doğru bir adımdır. Ancak, Umre-Hac tarifesini bile dolara endeksleyen Diyanet dâhil, devlet kurumlarını bu derece “dolarize” eden kimdir? Cevabınızı duyar gibiyim; “dış mihraklar !”

Maalesef; OHAL uygulaması, AB üyeliğinin askıya alınma riski, başkanlık sistemi tartışmaları, kaos ve ölüm planlarıyla büyükşehirlerimize taşınan Ortadoğu bataklığı, Türkiye'den domates ithalatını bile durduran Rusya önderliğinde Şanghay’a girme restleri, devasa dış borçlar, dibe vurmuş döviz rezervi, yastık altı dolarlara bile ihtiyaç duyar ekonomi ve sahibine kaçma çabasındaki sıcak para gibi olumsuzluklar önümüzde çığ gibi durmaktadır. Ek olarak, Trump’ın ABD başkanı seçilmesi ve “Türkiye İslamcı teröristlerce yönetiliyor. NATO’ya uygun değildir” şeklindeki talihsiz açıklaması ile hatırladığımız Texas Valisi Perry’i Dışişleri bakanlığına getirmesi kaygılanmamız gereken diğer önemli konudur.

Bunca açıklamadan sonra, doların kaç liraya yükseleceğini tahmin etmek için kâhin olmak gerektiğini belirtelim. Nitekim Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in;"döviz rezervleriniz sınırlıysa ve cari açık varsa kur teminatı inandırıcı olmaz" şeklindeki samimi itirafı bizi doğrulamaktadır. Bu samimi itirafın bir diğer okuması; "kurun nerede duracağına garanti veremem" şeklindedir. Madem öyleydi, bu itirafı keşke daha önce yapsaydınız da dolar satan vatandaş ve devlet kurumları bu kadar zarar etmeselerdi ya!

Dünya, “bilgiye dayalı yeni ekonomik model” üzerinde hızla yol alırken, bilgi ve eğitim yerine betona yatırarak şaşalı bir şekilde geldiğimiz “yastık altı dolarları bozdurma” finalinde, 3.64 ile tarihi rekorunu kıran doların adını; ya “boşalır” olarak değiştireceğiz ya da bir yerlerden sessizce dolar bulacağız! Aksi halde sayın Şimşek'in de söylediği gibi kurda garanti yok ve önü açık.

Tulumbada su kalmadığına ve yastık altındaki dolarlar da yabacılara ucuz fiyattan kaptırıldığına göre, bu uzun hikayenin sonunda;

" yeniden kendi yağımızla kavrulma dönemine hoş geldiniz! "

Erol BEKTAŞ

CHP Ankara MV Adayı (26.Dnm)

 




Diğer Yazılarım